Selam sana okuyucu!
Zart AI, zurt AI.
Sabahları kahvaltılardan önce AI, akraba ziyaretlerinde AI.
Mükellef sofraların vazgeçilmez lezzeti… Evet doğru bildin okuyucu. AI!
Farkında mısın sürekli bir AI zırıltısı etrafta?
Çamaşır makinesi yapmışlar yahu! AI ile karar verip çamaşır yıkıyormuş. Donların daha beyaz olacak hadi yaşadın. Ama sen yine de renklilerle, beyazları kendin ayıracaksın eğer pembeye çalan donlar giymek istemiyorsan.
Nedendir bilinmez ama beyaz don giyen biri olduğunu düşünüyorum okuyucu. O yüzden bu uyarıyı yapmak istedim. Renklilerle beyazları aynı anda yıkama. Bu tavsiyeyi sana bir AI vermez.
AI senin dostun değil!
Al sana ispatı. Bu yavaşağın sana yarenlik edeceğini düşünüyorsan yanılıyorsun. Kolla kendini!
Acaba bu yazıyı bir AI okuyacak mı? Okusa ne anlayacak?
O halde sıradaki token
bu yazıyı okuyan AI’a gelsin.
Sensiz yapamaz olduk AI! Bitirdin bizi
Kıymetli okuyucu, inan bana ben AI zamazingosunu küçümseyen biri değilim. İnanmazsın çok faydalanıyorum. Ama sanki işlerin biraz suyu çıktı.Çıkmaya başladı demiyorum bak dikkat et. Direk suyu çıktı.
Bak şimdi sen olanlara.
Çok değil bundan birkaç sene önce, tıpkı toplum içinde osurduğunu saklar gibi, insanlar AI’dan faydalandığını saklıyordu. Şimdi iş öyle bir boyuta geldi ki, kendi kendine kod yazan insana buzullarda dondurma yiyen adam gözüyle bakılıyor.
“Ne alakası var yieaaa?” dediğini duyar gibiyim. Kendine gel! Ben kendi tecrübelerimi yazıyorum, sen sadece okuyorsun.
Geçenlerde ilginç bir konuşmanın içerisinde buldum kendimi. Bir zatı muhterem, kendi kalibresinin çok üzerinde bir uygulama ile karşıma çıktı. Uygulamanın hikmetini tartışıyoruz. Çok iyi oldu, çok güzel oldu gibi.
Ben hiç yazılım geliştirici olarak çalışmadım. Benimkisi sadece bir hobi. Ama 50 okka çeken yazılımcıları da görmedim diyemem. İşte tam da bu nedenle, böyle bir kodun, bu kadar kısa bir sürede laaaps diye yazılıp bitirilmiş olmasından etkilenmeli miyim yoksa şüphelenmeli miyim?
Bu muhterem kişinin kullandığı tech-stacki ve uygulamanın tipini hayatında ilk defa tecrübe ediyor olmasına rağmen tüm detaylara dokunmuş olması da cabası. Ya bir dahi ile karşı karşıyayım, ya da zamanda bir kırılma oldu ve paralel bir evrene geçiş yaptık.
Çok komik değil mi? Donunla dalga geçen AI’in yazdığı kodu, koca koca insanlar oturup inceliyoruz. İçimizden biri de bu kodun geliştiricisi olduğu iddiasında.
Bu görüşme uzadıkça, yaylar gevşedi ve AI’dan faydalanıldığı itiraf edildi.
Fakat çok öyle çok değil, yemek tariflerinde denir ya “eser miktarda”. Ucundan azıcık yaa. Çay kaşığının ucuyla yani.
Vakit su gibi akıp geçerken, yalnızca toplum içinde osurup ayıplanmamış insanların sahip olabileceği bir cesaretle içindeki osuruğu patlattı.
Kodun sahibi insan, promptlarıyla övünmeye başladı.
“Promptu düzgün yazarsan, böyle mis gibi alırsın kodu dayımın oğlu!” diye de dersini verdi.
“Kodu okuyup anlıyorsam, ben yazmışım demektir!”
Bak hele lafa bak! İnsanoğlu gerçekten çok garip. Bu lafın üzerine oturumdaki çoğunluk bu açıklamayı makul buldu. Anlaşıldı devam edildi.
Eee madem öyle, tarihle hesaplaşma zamanı…
Sene 1996, ortaokula gidiyorum. Öğretmenimiz dedi ki, bir roman seçin ve mümkünse klasiklerden olsun. Okuyun, sonra gelin bize bu romanı kısaca anlatın ve yazarından bahsedin.
Ayarsızlığım yeni değil, o yaşlarda da var. Gidip “Suç ve Ceza” romanını okudum. Benim sıram gelince de kalktım tahtaya, sınıfa biraz romandan ve yazarı Fyodor Mikhailovich Dostoevsky ‘den bahsettim.
Tarihe not düşüyorum ve hatamı düzeltiyorum!
Suç ve Ceza isimli romanı 12, 13 yaşlarımda ben yazdım. Çünkü ben onu okudum ve anladım, o halde ben yazdım diyebilirim. Yazmış gibisine anlamış gibi oldum sanki belki birazda aslında doğrusu…
Bu yanlışı düzeltmenin bana verdiği tarifi imkansız rahatlama hissinin hemen ardından ilginç bir konuya geçiyoruz.
Zengin olsak da bizim de asistanlarımız olsa…
Hani böyle dizilerde filan da çok olur ya. Zengin iş insanları ve etraflarında bir asistan ordusu. Toplantılar organize edilir, raporlar gelir gider.
Benim hiç olmadı, daha da olmaz yani. Büyüklerimi dinleyip ticarete atılacaktım aslında. Bir aralar ceviz toptancılığı baya iyi kazandırıyordu, kaçırdık. Cevizin içi ayrı para ediyor, kabuğu ayrı para…
Haydi okuyucu, biraz hayal kuralım birlikte.
Diyelimki patronumuz çıldırdı ve dedi ki yahu sen çok mühim birisin, işin de çok senin, gel sana bir asistan işe alalım.
Şimdi ben bu asistandan ne gibi bir iş bekleyebilirim ki? Cloud engineer sıfatıyla çalışan bir bilişim emekçisi olarak, ben asistanımdan hangi işleri isteyebilirim?
- Mesela benim için bir SaaS platform tasarlamasını ister miyim? Ben istemem.
- Code review yapmasını? Hayatta olmaz! O iş benim tecrübemi gerektirmiyor mu?
- Ya benim için kod yazmasını ister miyim? Hayır, yaratıcılık benim birikimlerimi içermeli.
Ama benim için tamamlanmış görevlerin raporlarını doldurmasını isteyebilirim. Toplantılarımı organize etmesini ve toplantılarda ihtiyaç duyabileceğim notları almasını da isteyebilirim. Yazdığım teknik dokümanlardaki gramer hatalarını düzeltmesini de bekleyebilirim.
Aslında yapabildiğim fakat yaparken vakit kaybettiğim ve mesleki olarak benim profesyonel birikimimi pek de gerektirmeyen (angarya sayılabilecek) işleri yapmasını isteyebilirim. Çünkü bunun neticesinde tecrübemi, mesleki konulara daha fazla ayırabilirim.
Eğer asistanımdan benim için bir CNI
plugin’i geliştirmesini istersem ve asistanım bunu yaparsa, bu benim geliştirdiğim bir CNI plugin’i olamaz.
Ve dahası, eğer asistanım bunu C
ile geliştirmiş ise ve ben C
kodlamayı bilmiyorsam, bu işten sonra da C
bilmiyor olacağım.
İddiayı daha ileri taşıyorum ve eğer böyle devam ederse, benim varlığıma da pek ihtiyaç kalmayacaktır zaten.
Ben diyorum ama burada sen de bu resmin içine kendini koymalısın okuyucu. Herşeyi benden bekleme. Biraz kendini ver.
Neyse… Yetti bu kadar.
Uzun lafın kısası, bir LLM ‘in junioru olma kıymetli okuyucu.